Chicago Bulls’un 6 şampiyonluk elde ettiği 1991-1998 yıllarını konu alan The Last Dance, basketbol tutkunlarını doyurucu bir zafer yolculuğuna çıkarıyor. Bulls’u bahsi geçen zaman aralığında şampiyonluğa taşıyan efsane bir kadronun varlığı tartışılmaz, ancak bu süre zarfında hem takıma üst üste zaferler getiren, hem de Dünya’daki basketbol algısını değiştiren isim Michael Jordan belgeselin merkezini oluşturuyor.
Michael Jordan Efsanesi
Dünya’da ünü kendi branşını aşan ve kültürel figür haline gelen çok az sporcu var. Michael Jordan da bunlardan biri. Basketbol oynadığı dönemde “yenilmez” olarak nitelenen ve takımını “tüm zamanların en iyi basketbol takımı” haline getiren Jordan, aynı zamanda basketbol sporunun global ölçekteki değerini de tek başına yükseltti. Ülkesine olimpiyatlarda altın madalya kazandırdı ve döneminde kendini göstermekte oldukça zorlanan Afro Amerikanlar’a ilham oldu. Jordan’ın bu göz kamaştıran kariyeri, The Last Dance’de 10 bölüm boyunca adım adım işleniyor. Bu yolculukta da devreye Jordan’a şampiyonlukta eşlik eden yıldız oyuncular Scottie Pippens, Dennis Rodman, Steve Kerr, John Paxson, Horace Grant giriyor.
Saklı Kalan Gerçekler
Michael Jordan’ın basketbol dehasını Dünya üzerinde duymayan yoktur. Bu nedenle Jordan’ın ne kadar iyi basketbol oynadığını anlamak için 10 bölümlük bu belgeseli izlemek saçma gelebilir. The Last Dance, tam da bu noktada sıradan süperstar yüceltme belgesellerinden sıyrılıyor ve Chicago Bulls taraftarlarının yıllardır merak ettiği bazı ihtilaflı konulara röportajlar ile son noktayı koyuyor.
Michael Jordan’ın 1993 yılındaki emekliliği, kumar bağımlılığı ve efsane takımın 1998 sezonundan sonra kulüp yönetimi tarafından neden dağıtıldığı gibi konular bizzat muhatapları tarafından anlatılıyor. Yine de belgeselin didaktik olmaktan çok uzak olduğunu söylememiz gerek. Günün sonunda Last Dance, motive edici bir zafer öyküsünü anlatma gayesini net bir şekilde ortaya koyuyor.
Röportajlardaki Karmaşa
Chicago Bulls oyuncuları, koçları ve yöneticileri ile oldukça büyük ve köklü bir kulüp. 1991-1998 yılları arasında Chicago Bulls’la karşı karşıya gelen isimler de oldukça fazla. Belgeselde, bu isimlerle kritik maçlar ve olaylar hakkında röportajlar yapılıyor. Ancak bu girişimin şöyle bir handikabı var. Olaylara olan öznel bakış, tarafları kızdırıyor. Özellikle tartışmalar hakkındaki sorularda her taraf olayı kendi bakış açısıyla anlattığı için varılan nokta koca bir hiç oluyor.
Michael Jordan’ın sahadaki en yakın arkadaşı Scottie Pippen, belgeselde kendisi için söylenen “bencil” sözüne oldukça kızdığını açıklamış. Röportajlarda kendisi hakkında doğru olmayan şeyler söylendiği için kızdığını açıklayan isimlerden biri de Horace Grant. Bu nedenle belgeselden sonra da tartışmalar devam etti. Ancak üzerinden 20-30 sene geçen olaylar hakkında izleyenlerin net bir suçlu bulma derdinde olduğunu sanmıyorum. The Last Dance daha çok, mütevazi bir takımın yıllar içerisinde nasıl tüm Dünya’ya meydan okuyan bir takıma dönüştüğünü ilham verici şekilde anlatmayı hedefliyor. Bunu da, Dünya’nın en ilham verici adamlarından biri aracılığıyla yapıyor: Michael Jordan.
Sonuç
The Last Dance hakkında söylenmesi gereken ilk şey, basketbola ilgi duymayanların bile izlerken keyif alacağı bir belgesel olduğu. Amerika’nın kültürel dönüşümüne ve ilham verici bir başarı öyküsüne tanık olmak isteyenler için kaçırılmaması gereken bir yapım. Bir de küçükken Air Jordan almak için Nike kapısında sıraya giren, en az bir maçını televizyon başında nefesini tutarak izleyen biriyseniz The Last Dance’i izlerken gözlerinizin dolması muhtemel. Çünkü kendisi geçmiş bir zafere şık bir ziyarette bulunuyor.