Fragmanıyla beklenti yaratan aksiyon filmi Anna, geçtiğimiz günlerde vizyona girdi. Soğukkanlı bir suikastçının hayatını anlatan film, aksiyon sinemasında rüştünü ispatlayan başarılı yönetmen Luc Besson tarafından çekildi. Yönetmen koltuğunda Luc Besson’un oturmasının, beklentiyi neden yükselttiğini bilmeyenlere kısa bir alt bilgi geçelim: Besson, sinema tarihinin kült filmlerinden biri olan Leon’un yönetmeni. Anna’ya yönelik beklentiler bu bilgiyle sınırlı kalmıyor. Oyuncu kadrosunda Cillian Murphy, Luke Evans ve Helen Mirren’in yer almasıyla birlikte, filmin sahip olduğu potansiyel artıyor.
Anna, sadece oyuncu seçimiyle bile tartışma yaratan bir film. Bunun nedenini hemen açıklayabiliriz. İnternette yer alan filme dair her yazıda öncelikle Cillian Murphy, Luke Evans ve Helen Mirren‘ın adı geçiyor. Filmin başrolü olan ve Anna karakterini canlandıran Sasha Luss’tan kimse bahsetmiyor. Filmi tek başına sırtlanması gereken majör karakterin, tanıtım esnasında diğer isimlerin gerisinde kalması alışık olduğumuz bir durum değil. Kısa sürede listelerin başına yerleşen John Wick serisini Keanu Reeves’le özdeşleştirmişken, bu film ve başrol arasındaki mesafe şaşırtıyor.
ANNA Fragmanındaki Manipülasyon
Bir suikastçının yolculuğunu konu alan film, öncesinde fragmanını izlemediğiniz takdirde başarılı sayılabilecek bir performans ortaya koyuyor. Ancak filmin fragmanında, büyük bir yanlış yönlendirme var. Anna filminin fragmanı, John Wick filmleriyle son derece benzer bir kurguya sahip. Fragmanda başrolümüz Anna, kendisine verilen direktifler doğrultusunda bir oda dolusu silahlı insanla dövüşüyor, ustaca kurgulanmış aksiyon sahneleri arasında şovunu yaparak oluk oluk kan akıtıyor. Hal böyleyken akıllara “Başrolü kadın olan bir John Wick mi izleyeceğim?” sorusu geliyor. Ancak film, hiç de öyle değil.
Anna filmi, halihazırda suikastçı olan karakterin aksiyon dolu görevlerini konu almıyor. Filmde her ne kadar bunların yeri olsa da, film esasında özgürlük obsesyonu bulunan yetenekli bir suikastçının dramasını anlatıyor. Bu nedenle filmin asıl hikayesi göz alıcı dövüşler değil, yetenekli ve zeki Anna’nın, kendisini köle haline getirmeye çalışan istihbarat örgütlerinden kurtularak özgürlüğüne kavuşma savaşı.
Sıradan Bir Aksiyon Değil
Nihayetinde başarıya ulaştı mı tartışılır, ama Anna filmi cesur tercihlere sahip. Bunun en büyük örneği, kurgusal oyunlar. Film, başladığı andan itibaren lineer bir doğruda devam etmiyor. Zamansal sıçramalar, flash back’ler ve çift anlatımlar ile Anna takip etmesi zor bir yolu tercih ediyor. Mevzu bahis bir dönüşüm hikayesi olunca bu şaşırtmacalı kurgunun mantıklı bir tercih olduğu söylenebilir. Bu nedenle önce Anna’yı keşfedilen bir model olarak görüyoruz, sonra 3 yıl geriye gidip Anna’nın trajik geçmişine tanık oluyoruz. Daha sonra karakterin suikatçı olarak eğitilmesine ve görevleri gereği kimlikten kimliğe girmesine tanık oluyoruz. Ancak bir noktada hayatının kontrolü Anna’dan çıkıyor ve kahramanımız inisiyatifi olmayan bir seri katil haline geliyor. Buna dur demesi gerektiği noktada da, Rus ve Amerikan istihbaratı arasında ikili oynamayı tercih ediyor.
Anna, hikayesi ve işlenişi bakımından dolu dolu bir film, ancak buna rağmen filmde gereksiz sayılabilecek pek çok sahne var. Daha konsantre bir anlatım için gözden çıkarılabilecek, ana hikayeye hizmet etmediği için kalabalık duran sahneler kolaylıkla göze çarptığı için filmin ritmine zarar veriyor. Ancak buna rağmen kendinizi Anna’nın içine sıkıştığı hayata üzülürken buluyor, profesyonelce yer aldığı aksiyon sahnelerinde heyecanlanıyorsunuz. Kaçma ve kovalamacayla geçen filmde, Anna’nın amacına ulaştığını söyleyerek sözlerimizi noktalayabiliriz. Film, yüzeysel bir aksiyonun dışına çıkmaya çalışmış, olaya biraz gizem, gerilim ve dram eklemiş. Bir de bunu alışılmışın dışında kurguyla aktarmaya çalışınca ortaya ilginç denebilecek bir iş çıkmış. Bu nedenle Anna, aksiyon sineması sevenler tarafından görülmesi gereken filmlerden biri. Ancak izlenebilecek en iyi aksiyon filmi bu mudur derseniz, cevap oldukça bariz bir şekilde “hayır” olacaktır.