Sinemanın yaşayan efsanelerinden David Fincher’ın çektiği biyografi filmi The Social Network, ezbere bildiğimiz Facebook hikayesini çarpıcı bir şekilde ele alıyor. Birden çok Oscar’a sahip olan filmin kısa sürede klasikler arasına girmesinin en büyük sebebi, alıştığımız biyografi anlayışının dışında bir vizyon ortaya koyması. Başarılı yönetmenin 2010 yılında çektiği film, dramatik kurgusunun yanında çekim teknikleri ile de ders niteliğinde bir eser.
Başarı Öykülerini Beyaz Perdeye Uyarlaması
Kendi alanlarında hatırı sayılır bir başarıya ulaşan tanınmış kişilerin, etkileyici yaşam öyküleri ile beyaz perdeye taşındığını birçok kez gördük. Bu biyografik uyarlamalar, genellikle tarihi karakterlerle olsa da, günümüzde bu başarı hikayeleri teknolojiyle birlikte evrilmeye başladı. The Social Network, birçok girişimcilik konferansında bahsi geçen Mark Zuckerberg hikayesini, kusursuz bir dramatik kurgu ile izleyiciye aktarıyor. Filmin üzerinde kafa yorulmaya değer bir hikayesi olduğu, afişte yer alan cümlesinden de kolayca anlaşılabilir. Mark Zuckerberg tarafından inşa edilen dijital imparatorluk, “Birkaç düşman edinmeden 500 milyon arkadaş kazanamazsınız.” cümlesi ile oldukça kompakt şekilde özetlenmiş. The Social Network’ü diğer biyografi filmlerinden ayıran en önemli özellik de bu. Başarı hikayelerini konu alan filmlerin çoğu, yalnızca işin nasıl başarıya ulaştığını anlatan tek boyutlu hikayelere sahip. Ancak Social Network’ün hikayesi, başarıya ulaşılan yerde bitmiyor. Asıl mücadele, kahramanımızın başarıya ulaştığını noktada başlıyor ve film, neleri kazanmak için nelerden vazgeçebiliriz sorusunu zarif bir biçimde işlemeye başlıyor.
The Social Network Konusu
The Social Network, Harvard’da okuyan Mark Zuckerberg’in başarısız bir ilişki sonrasında kurduğu siteyi konu alıyor. Ancak açılış sahnesini bir ayrılık konuşmasıyla yapan filmde, yaşanan olayların motivasyonu kesinlikle aşk değil. Ayrılma hikayesi, bir domino etkisi yaratarak kendinden sonraki olaylara zemin hazırlıyor. Filmin ilk 7 dakikasını kapsayan açılış sahnesi, başlı başına bir inceleme yazısını hak etse de, şimdilik yalnızca birkaç cümleyle toparlamaya çalışacağız. Senaryo kitaplarında ve akademik derslerde sıklıkla yer alan, birçok kez etüt edilen ve kusursuz bir kurguya sahip olan açılış sahnesi, sinema tarihinin en titiz sahnelerinde biri. Bu sahnenin oluşturulmasına dair filmin senaristi Aaron Sorkin tarafından aktarılan şöyle bir anekdot var: Filmin yönetmeni David Fincher, açılış sahnesinin çekimden önce sesli olarak birçok kez okunmasını talep etmiş. Her seferinde bu seslendirmeleri ses kaydına aldıktan sonra, en doğru ritmin 7 dakika 22 saniyelik versiyon olduğuna karar vermiş ve oyunculardan, bu sahneyi tam olarak 7 dakika 22 saniyede oynamalarını istemiş. Bu nedenle açılış sahnesi, ara ara hızlanıp, ara ara yavaşlayarak tam olarak 7 dakika 22 saniyede tamamlanıyor. Açılış sahnesine gösterilen bu özenin, filmin totalinde de etkili olduğunu söylememize gerek yok herhalde.
Üniversite öğrencilerinin kendi aralarında arkadaş olup, paylaşımda bulunabileceği bir site fikriyle yola çıkan Mark Zuckerberg, oda arkadaşı ve en yakın dostu Eduardo Saverin’in maddi desteğini alarak işleri büyütmeye başlıyor. Zekice hamlelerle Facebook markasını kısa sürede büyüten Mark, ünlü girişimci Sean Parker’ın da dahil olmasıyla Facebook’u büyük bir imparatorluk haline getiriyor. Ancak, Mark’ın karşısına bu yolda birçok engel çıkıyor. Filmin iyi işlediği konulardan biri de, Mark’ın karşısına çıkan engellerle baş etme biçimi. Film burda yüzeysel bir başarı hikayesinden sıyrılıp, karakter dramasına dönüşüyor.
The Social Network Neden Bu Kadar İyi?
Bu zamana kadar sarf ettiğimiz cümleler, The Social Network’ün çok iyi bir film olduğuna ikna olmanıza yetmediyse, söyleyecek birkaç sözümüz daha var. Fincher imzalı film, ezbere bildiğimiz bir başarı öyküsünün perde arkasını sunuyor. Bunu yaparken de kendi doğrularıyla hareket eden karakterlerin kişisel motivasyonlarını anlamamıza ve çıkmazlarına ortak olmamıza olanak sağlıyor. Bu nedenle The Social Network, başarılı bir girişimci ve onu kıskanan birkaç arkadaşın hikâyesi değil. The Social Network, uzun ve zorlu bir yolda duruşunu korumaya çalışan, bunu yaparken de bir şeylerden tavizler vermek zorunda kalan komplike insanların hikayesi.
Buraya kadar hep David Fincher ve Aaron Sorkin’in başarılarından söz ettik ama büyük bir titizlikle planlanan her şeyin, sahnelerde yer bulmasına olanak sağlayan başarılı oyunculuk performanslarından söz etmedik. Filmde Mark Zuckerberg rolünü Jessie Eisenberg, Eduardo Saverin rolünü Andrew Garfield ve Sean Parker rolünü Justin Timberlake büyük bir özveriyle canlandırıyor.